“Godfather/Baba” Filminden Yola Çıkarak Otorite
Baba romanı Mario Puzo tarafından 1969 yılında yazılmış ve yönetmen Francis Coppola tarafından beyazperdeye uyarlanmıştır. |
Türkiye’de ve dünyada sinema otoriteleri tarafından dünya sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi filmi olarak kabul edilir.
Filmin konuları arasında dikkati çeken mafyanın yapılanması ve otorite figürü olarak babanın rolüdür. Sicilya’dan köken alan mafya ailelerini anlatan film aslında tarihte ve günümüzde tanık olduğumuz birçok lider ve aile yapılanmaları ile benzer özellikler göstermektedir. Filmde mafya yaşamı baba Vito’nun çocukluğundan başlayarak oğul Michael Corleone’nin emekliliğine kadar anlatılmakta ve aynı döneme denk gelen toplumsal, politik değişimlere odaklanmaktadır.
Mafya, Sicilya’dagerçekte devlet otoritesi, gücünü fakirleri, çiftçi ve çobanları ezmek için kullanmaya başladığında otoriteye isyan olarak gelişmiştir. Devlet güçleri tarafından ezilen bu topluluk, idealize edilmiş bir baba/liderin koruması altına girmiş ve böylece gerçek anlamda ya da sembolik olarak hayatta kalma olanağı bulmuştur. Mafya inancına göre, ailenin dışında yer alan dünya düşmanlarla doludur, ideal bir lider ve onun kurduğu topluluk bu düşmanlardan korunmaya ve daha uzun yaşamaya yardımcı olur.
Mafya, kan bağı olan ve olmayan bireylerden oluşan büyük bir ailedir. Aileye katılabilmek için itaat, bağlılık ve sessizlik yemini etmek gerekir. Bunun karşılığında mafya ailesinden maddi, manevi destek ve koruma alınır. Aile içinde hiyerarşik bir yapı vardır. Kadınlar en alt sıralarda yer alır, erkekler babaya yakınlıklarına göre sıralanır, baba ise en üsttedir.
Erkek çocuklar, şiddet eğilimli, onur, sadakat ve saygıya önem veren, polis ve devlet otoritesinden nefret eden bireyler olarak yetiştirilirler. Kız çocukları anneleri gibi evlenmeli, kocaya itaat etmeli, sadık olmalı ve onun sadakatsizliğini görmezden gelmelidir.
Ailenin onurunun zedelenmesi utanca yol açar, “kana kan dişe diş intikam alma” duygusunu da beraberinde getirir. Bağlılık ve sessizlik yeminini bozanlar, aileye zarar verenler cezalandırılır. Hiç bir suç cezasız kalmaz. Er ya da geç cezasını bulur, hatta mafya ailesinde “intikam soğuk yenen bir yemektir” denir. Buradaki baba otoritesi hata kabul etmeyen, çok katı ve yargılayıcı bir otoritedir. Michael Corleone, abisi Sunny’i öldüren eniştesini ve kendisine ihanet eden kendi abisini dahi yıllar sonra da olsa öldürür, cezalarını verir.
Mafya üyeleri adam öldürdüklerinde suçluluk, korku, kaygı gibi duygular yaşamazlar. Mafyadan ayrılmaya karar verdiklerinde,polis tarafından yakalandıklarında, aileye ihanet ettiklerinde görülür. Mafya üyeleri güçlerini babadan alırlar. Hırsızlık, öldürme, insanlara hükmetme izinlerini kendilerine verirler. Tanrı gibi, karşısındaki kişi ertesi gün güneşi görebilecek mi, göremeyecek mi onun kararı kendi ellerindedir.
Ailede kişi kavramı yoktur. Bireyler ait oldukları babanın adıyla anılırlar. Babanın buyruklarını yerine getirir ve ona göre yaşarlar. Düşmanlarda kişi değil, sayıdır. Öldürdüklerinin isimlerini bilmezler, sadece “10 kişi öldürdüm” derler. Üyeler beyinleri yok edilmiş, arzuları ortadan kaldırılmış ölüm makinesi gibidirler. Kendi yaşamları önemli değildir, her şey ailenin iyiliği içindir. Hiçbir hata, kusur bireysel değildir, ailenin utancıdır, temizlenmelidir.
Utanç, filmdeki en önemli duygulardan birisidir. Bireyselleşmiş batı toplumlarında dikkati çekmeyen utanç, Akdeniz ülkeleri ve doğu toplumları için oldukça önemlidir. Namus ve töre cinayetleri, kan davaları bizde sık görülmekle beraber batı da pek rastlanmaz.
Ülkemizde olduğu gibi ataerkil topluluklarda çocuğun bireysel gelişimine yeterince izin verilmediğinde, aile kavramı birey kavramının üstüne konduğunda utanç duygusu da suçluluk duygusundan daha ön planda yer alır. Beynin korteks ve konuşma merkezleri ile bağlantısı olmayan parasempatik otonom sinir sistemi ile ilgili utanç duygusunun içinde mantık aramamak gerekir.
Suçluluk duygusu ise daha üst sistemlere ait bir duygudur. Kişide ötekine zarar verme, şiddet, baskı uygulama nedeniyle bireysel sorumluluk hissi hakimdir. Utançta kişi içinde bulunduğu durumdan rahatsızdır, ya da istediği konuma gelememiş olmanın ayıbını hisseder. Kişinin reddedilme, küçük düşürülme, nefret edilme gibi travmatik yaşantılar sonucu kişinin kendi içinde bulunduğu durumdan rahatsız olmasıdır.
Filmde bireyin utancı ailenin utancıdır. Utanca uğramış üye, bu duygudan kurtulmak için babadan destek almalıdır. Hollywood yönetmeni tarafından reddedilen oyuncu, babadan destek istediğinde elçiler gönderen baba, yönetmenden red cevabı aldığında atının kafasını keser onurunu kurtarmak için.
Baba filmindeki otorite figürü baba tanrı gibi insanüstü güce sahip, gizemli, yasa koyucu, kanunlar üstü bir varlıktır. Babanın savaşı bir olmaktır. Bir olmak ölümsüz, alternatifsiz olmaktır. Baba öldürülemezliği, güçlülüğü, kadın ise ölümlülüğü, zayıflığı temsil eder. Michael’e iki suikast yapılmış ama ikisinden de sağ kurtulmuş, onun yerine eşi ve kızı ölmüştür.
Baba kurucu ve idame ettiricidir. Böyle bir baba ile bir olmak şüphe ve korkunun yerini babaya inanca terk eder. Burada anlatılan Freud’un ifade ettiği “itaate susama” duygusu erken çocukluk dönemine aittir. Freud, çocuğun tek başına yaşamını sürdürmedeki güçsüzlüğünün farkında olduğunu, bu nedenle ebeveynlerinin gücüne aşık olduğunu söyler ve “otorite aşkı” diye tanımlar. Otorite aşkı, “baba fantezisi” Don Carlone gibi fiziksel, ekonomik, politik anlamda güçlü bir baba ile bir olma fantezisidir. Temelde yatan çaresizlik ve güçsüzlük duygularıyla baş edebilmek için güçlü, muktedir ötekiyle bir olmadır. Filmde görüldüğü gibi baba fantezisi sadece çocukluk dönemine özgü değildir. Albert Camus “tanrısı ve efendisi olmayan insan için yalnız geçen günlerin ağırlığı berbattır” der. Tanrıdan, kanundan, toplumdan, ölmekten korkmayan acımasız katil Luca bile Vito Corleone’den korkar ve ona itaat eder.
Baba aşkı, anne aşkından faklıdır. Baba aşkında baba yüceltilen, itaat edilen, gizemli bir arzu nesnesine dönüşür. Baba aşkında onun buyruğuna girme, kendini kurban etme ve dünya nimetlerinden el çekme vardır. Normalde babanın kişiyi özgürleştirici, bağımsız kılıcı işlev görmesi gerekirken bu tür sağlıksız yapılanmış ailelerde baba kişiyi kendinden özgürleştiriyor, kendisinden vazgeçmesini talep ediyor. Bireyin içindeki libidinal enerji babaya yatırılır, saldırganlıkta dış dünyaya yöneltilir. Böylece kişi içinde cinsellik, saldırganlıkla ilgili çatışma yaşamaz.
Baba aşkında bireyin benliği, Klein’in paranoid şizoid mekanizmalarda anlattığı bölme, inkar, omnipotan kontrol savunmalarını kullanılır. Böylece “dış dünya tehlikeler ve düşmanlarla dolu, ölmemek için, ailenin iyiliği için öldürmek gerekir, babanın isteği ile öldürmek yasak, ayıp, günah değildir”. Mafyada tek bir birey değil tüm üyeler aynı şekilde baba aşkı ile aynı mekanizmaları kullanırlar.
Bu tür yapılanmalarda başlangıçta babanın idealizasyonu zamanla oğulunda otorite olma isteği ile sarsılır.Doğumdan itibaren var olan kendini gerçekleştirme arzusu, otoriteye karşı gelme şeklinde kendini gösterir. Otoriteye boyun eğme ve başkaldırı aslında hep yan yanadır. Fromm çocuğun seçme şansının olduğunun farkına vardığında otoriteye itaat etmediğini ve bununda özgürlüğün ilk adımı olduğunu söyler.
Tam olarak büyüme ve özgürlüğü kazanma ise babaya ait vicdanı, yasayı öldürmekle mümkündür. Michael önce babasına başkaldırsa da sonra ona itaat etmiştir. Ama oğlu direniyor Michael’a, müzisyen oluyor babasına itaat etmeyerek. Böyle bitiyor film, babanın yenilgisiyle, yenilmeyi kabul etmesiyle…
Oğulun büyüyebilmesi babanında yenilmeyi kabul etmesiyle mümkündür. Baba ölmek istemediğinde, babayla oğul arasında amansız savaş başlar. Aslında babanın savaşı sadece kendi oğluyla değil, geçmişte bastırdığı, otoriteye başkaldıran yanıyla tekrarlayan kendi iç savaşıdır. Ya ilkinde olduğu gibi oğul kısmını tekrar bastıracak, otorite kazanacak yada bastırdığı tarafının bozguna uğrayarak yenilgiyle çıkacaktır savaştan. Babanın kazanması otoritenin kazanması ve huzurun devam etmesidir. Babanın yenilgisiyise dengenin bozulmasıdır. Kanunların yeniden yazılması, yeni düzenin kurulmasıdır.
Freud bütün bu mücadelelerin temelde hissedilen güçsüzlük duygusuyla ilgili olduğunu söyler. En temel güçsüzlük duygusu ölüme karşı hissedilendir. Ölüm, kişinin çaresiz kaldığı, herşeye muktedir olmadığını hissettiren gerçektir. Vito’nun önünde babasının öldürülmesi, kendisinin ölümden zor kurtulması yetişkinlikte saldırganla özdeşleşerek ölen değil öldüren olmasına, kurban değil katil olmasına yol açmıştır. Vito’nun çocukluk travmasında hissettiği güçsüzlük, utanç duygularını yenmesinin tek yolu tanrı gibi güçlü olmasıdır. Onun böyle bir role bürünmesi etrafında kendini güçsüz hisseden ve güçlü bir baba arayışında olan kişilerin toplanmasına yol açmış, bunun sonucunda babanın başta kendini koruma üzerine geliştirdiği bu savunması bir kitle hareketine dönüşmüş ve bu nesilden nesile aktarılan bir gelenek halini almıştır.
Filmdeki baba katı, cezalandırıcı, özgürleştirmeyen bir otorite olduğundan ailenin içindeki saldırganlık giderek artar, kötülere yansıtılır, katliama dönüşür. Ailede aktive olan bu saldırganlık tarihte yer alan sosyal travmayla birleştiğinde sosyal yapılara zarar verir. Toplumun iyi/kötü ayrımın, belli bir ideolojiyle saldırganlığın sadistik şekilde ortaya çıkışına yol açar.
Bu tür saldırganlıkların önlenebilmesi geçmiş travmaların onarılması, bireyin kendisiyle ötekini ayırt etmesiyle mümkündür. Sağlıklı bireylerin yetişmesi, sağlıklı grupların oluşabilmesi için geçmiş travmaların onarılmasının yanında babanın sağlıklı olması, bireyi özgürleştirmesi, seçenekler sunması önemlidir. Oscar Wilde’in tanımıyla “Sağlıklı aile yaşamının temeli, görülmeyen ve duyulmayan babalarla mümkündür”.
Yorumlar Sende Yaz
Yorum Bulunamadı. İlk Yorum yazan siz olmak için tıklayın.